****** Neden Öldü?
Tarih 10 Kasım 1938. Tüm Türkiye, Büyük Türk Devleti'nin kurucusu,
Millet'in Atası Mustafa kemal',in ölüm haberi ile üzüntü içerisinde,
keder içerisinde!
Ama aynı kederi duymayan hainler, elbette ki
yaptıkları işten gurur duyarak, iğrenç emellerini büyüklerine
anlatmakta…
Büyük Millet Meclisi'nde ******'ün ölüm raporu
gündeme geldiğinde, 1935 yılında kapatılan ancak Meclis'ten tam olarak
arındırılamayan masonlar ortaya bir fikir atarlar:
"Efendim,
gençlerimize terbiye olur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım."
derler ve ortada doktor raporu varken ne hikmetse bu böyle kabul edilir.
Bunun arkasından Yeşilay icad edilir, bu olaylar da tarihteki yerini
böylece alır.
Şimdi size birkaç nokta sunacağım ve yazımızın
derinlerşmesi için sorgulamayı buradan başlatacağız;
1 Bir insanın alkole bağlı siroz olabilmesi için ortalama 15 yıl günde en az
2-3 kadeh alkol alması gerektiği bugün tıp dünyası tarafından
bildirilmektedir.
2 ******'ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç
içki içmediği, daha sonraki yıllarda ise aşırı içki içmediği
karşısındakilere içirdiği bilinmektedir.
3 ******'ün ölümünden
sonra düzenlenen birinci raporda ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit
toplanması olarak gösterilirken, ikinci raporda ise alkolle ilgili
karaciğer iltihabı neden olarak gösterilmektedir. Yani raporlar arasında
ciddi çelişkiler vardır.
4 ******'ün öldükten sonra otopsisi
ya da biyopsisi yapılmamıştır.
İşte bu noktalar akla "acaba
saklanan bir gerçek mi vardır?" sorusunu akla getiriyor. Buradan yola
çıkalım ve bu sır perdesini aralamaya çalışalım…
Ceyhan
Mumcu'nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül'e anlatımından;
"Bir
deniz tabip albayının ******'ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir
doktora tezi var. Orada ******'e yanlış tedavi uygulandığı
anlatılmaktadır. ****** sanıldığı gibi siroz hastası değildi. ******'e
sıtmatedavisi yapılmış, aşırı "Kinin" yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden
iflas etmiş, siroze dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası
üstadı azamlarından doktor Mim Kemal Öke'dir.
Durumu iyice
fenalaştıktan sonra yine bir mason olan Celal Bayar yurtdışından bir
doktor getirtir. Yanlış tedavi yağıldığını, karaciğerin bu yüzden iflas
ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur. İstirahat için 2 ay kadar
kaldığı Savarona'da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son
günlerinde Dolmabahçe Sarayı'na ben gayımürülmüştü."
Şimdi biraz daha
geriye dönelim. Yıl 1935. ******, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların
taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;
"Bunu
güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver,
gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet
et. Seninde bu işde büyük şeref payın olacaktır."
Böylece
Bozkurt, Paşa'nın istediği şekilde bir konuşma yaptı. Meclis'teki
masonları bir telaştır aldı.
Bunun üzerine Şükrü Kaya, Kazım Özalp,
Mahzar Germen Katib-i umumi Recep Pker'e yalvar yakar oldular.
Ertesi
hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi:
"Arkadaşlar;
bugünden itibaren Türkiye'de Masonluk kalmamıştır ve bütün localar
kapanmıştır."
Salon "KAHROLSUN YAHUDI USAKLARI!" sesleriyle
inliyordu. Grup dağıldıktan sonra masonlar, doktor Mim Kemal'i önüne
katarak ******'ün makamına çıkmışlar;
"Efendim biz zaten
maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz
pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" demişler. ******'te karşılık
olarak;
"Peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz
Avrupada hangi locaya bağlısınız ve metbuunuzun ismi nedir?" diye
sormuş.
"Biz Cenova'ya tabiiz ve reisimiz de Barca Mison
Cenaplarıdır." demişler. Bunun üzerine ****** çok öfkelenmiş;
"HAYDİ
DEFOLUN BURADAN, CEHENNEM OLUN GİDİN, YAHUDI UŞAKLARI! Benim milletim
bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çıfıt yahudiye uşak mı
olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı
kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye
hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan! " diyerek onları
kovmuştur!
Korkudan üç buçuk atan satılık masonlar durumu
İstanbul, İzmir ve Adana'ya bildirir ve sabah olmadan tüm localar
kapanır.
Mustafa kemal ******, yukarıda belirttiğimiz konuşmaya
ek olarak 10 Ekim 1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde doktor Mi,m
Kemal Öke'ye hitaben şunları da ekliyordu :
"Mason cemiyetinin
faaliyetini inkılaplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem
gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha
diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz" demişti…
Ancak İsmet Paşa'nın
cumhurbaşkanlığı sırasında kanun-u mahsusla localar kapanmadı diye
Masonların müracaatı üzerine tekrar localar açılıp faaliyete başladılar.
Ve
1952 de ise ******çü geçinen ve onunla iftihar eden CELAL BAYAR da,
Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların loacalarını kapatmak
istediği kanun teklifini red ederek bu suretle localarını kanunla
pekiştirdi .
Varnalı Bulgar Yahudisi 33 dereceli Farmason Avram
Benorayas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir
toplantı sırasında öğrendi ve şunları söyledi;
"Türkiye"deki
mason cemiyetinin Kemal ****** tarafından kapatılarak faaliyetinin
durdurulduğunu Moskova"da tarihi bir yerde yoldaşlar arasında yapılan
bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi
sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir halde, oradakilere şaşkınlık içinde
haykırdım :
"O sarı lider ortadan suret-i katiyetle
kaldırılacaktır!
Mefkuremize imha edici darbe vuranların akıbeti,
feci şartlar aştında ölümdür!…"
******"ün âni bir dönüşle mason
cemiyetini kapatması bizi pek derin bir düşünceye sevk etmişti. İlk
anlarda Kemal ******"ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük. Çünkü o,
felsefemizin Türkiye"de yerleşme imkânlarını ortadan kaldırmıştı. Ancak
doktorlarımız ******"ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden,
Kremlin'in istediği "esrarangiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm"
kararına uyduk. Mason biraderler cemiyetimiz kapatıldıktan sonra hiçbir
şey olmamış gibi O'nun her hareketi'ni alkışladılar. Zamanla O'nun
etrafında bir çember vücuda getirdiler ki; Sarı Lider, kendiliğinden bu
çemberin içine girip hayatını bize teslim etti. O zannetti ki; bütün
muhalif ve muarızlarını tasfiye ve bertaraf ettiği gibi masonları da
tasfiyeye tabi tutmaya muvaffak olacaktır. Fakat asla! Bu sebeple
kendisinin de ortadan kaldırılması son derece elzemdi."
Localarını
kapattığı için ******"ü "ortadan kaldırma" kararı alan mason-komünist
ittifakı silahla öldürme riskini başarı şansı yüzde 10"larda olduğu için
tercih etmez. O zaman şu kararı alırlar :
"Onun ölümü esrarengiz
olacaktır!"
Türkiye"nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa
Hakkı Nalçacı, acilen Kremlin"e davet edildi. Nalçacı Moskova"ya
korkarak gitti. Başına bir hal gelmesi halinde Kremlin"in Çankaya"ya
siyasi baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi.
Kremlin, Nalçacı"ya garanti verdi, verdiği teminatlarla onu rahatlattı.
Kremlin"den aldığı taahhütlerle korkusu geçen Nalçacı, işi ileri
ben gayımürerek ******"ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında
bir hükümet kurulmasını istediyse de, Kremlin "gerici Mareşal Çakmak"ın
tabancasına hedef olunacağı" itirazı ile Nalçacı"yı frenledi.
Varnalı
Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye"deki masonları
ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Kremlin yetkilileri ile
toplantıdayken, yapılan konuşmaları Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz,
ünlü Sovyet despotu Laurenti Beria ile birlikte yan odada ses alma
cihazıyla takip ediyorlardı .
Benorayas 1 Ağustos 1948 tarihli
Yunan Halkın Sesi (Laiki Foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı
gazeteci Apostolos Grazos da Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 15
Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda şu görüşleri dile getirdi;
"Filistin
Siyon kolonilerini meydana getirmek için "Osmanlı İmparatorluğu"nu
parçladık.Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı.
Bunları seri olarak tatbik etmek icap etdiyordu ki; Doktor Abrayava ve
Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar. 1937 ortalarında,
ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak ******"e
ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek suretiyle indirdi..
Böylelikle gösterdiği tedavi usülü ******'ün sinir organlarını felce
uğratt. ******'te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri,
istifralar, karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini gösterdi. Bazı
Avrupalı tıp dahileri, siroz mütehassısları, Sari Lider"in hastalığı
ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de;
Türkiye'deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve
selahiyetlerini cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider"in tedavisinde
vazife vermemekle bize pek ala ispat ettiler."
******'ün
hastalığı, konan teşhis ve uygulanan tedavi Varnalı Yahudi Farmason
Acram Benaroyas, ******"e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında
indirdiklerini söylerken, bundan birkaç ay sonra Aralık 1937″de
Yalova"da ******"ü resmen muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ilk
teşhisi "karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir" diyerek
koydu.
Oysa, Benaroyas'ın söylediği aylarda ****** kaşıntıdan
muzdaripti. Çankaya'da bir akşam doktorun biri kaşıntıların karınca
ısırması sonucu olduğunu söyledi. ******, ""Ben geceleri kaşınıyorum,
karınca yatak odama kadar girer mi?" diye sorunca, aynı doktor "evet"
cevabını verdi. Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların
varlığı söylentisi yayıldı. Hatta böyle karıncalardan bulunduğu tesbit
edildi. ******'ün İstanbul ve Yalova'da olduğu bir sırada
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman Sağlık Bakanlığı
Müsteşarı Dr. Asım Arar"a telefon ederek "Köşkü karıncalar bastı,
****** kaşıntıdan şikayetçi, bir çare bulun." dedi. Doktor ve diğer
sıhhı personelden oluşan 8 kişilik karınca arama ekibinin çalışmalarını
Dr. Nuri Refet Korur "evet kırmızı renkte küçük karıncalar gördük" diye
açıklamıştı. İlgili mütehassıslar da; bu tip karıncaların Çin'den
Avrupa'ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylemişlerdi. Karınca
hikayesini bilen ******, Dr. Velger"in karaciğerle ilgili teşhisini ve
kaşıntının sebebinin bu olduğunu duyunca şaşırmış, ama belli etmemişti.
******'ü
yavaş yavaş öldürme planı hızla işliyor, ******"ün hastalığının
teşhisi ile ilgili farklılıklar ******'ün ölüm raporlarına bile
yansıyordu. ******'ün fenni rapora geçen hastalığı "Alkole bağlı siroz"
olarak tanımlandı. Oysa aynı rapora imza atan doktorlardan Prof. Dr.
Neşet Ömer İrdelp, daha sonra "bunu kati olarak kestirmek mümkün değil"
diyerek "hipertrofik siroz" tanısına yöneliyordu. Yani alkole dayanmayan
(sıtma) siroz.
30 Temmuz 1938 Cumartesi günü Prof. Dr. Neşet
Ömer İrdelp, ******"ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün
sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu.
Dr.
Asım Arar ise, Dünya Gazetesi'ndeki mülakatında ******"ün hastalığı
ile ilgili olarak "karaciğer kifayetsizliği"nden şüphelendiğini bu
şüphesini "söylenmesi icap eden" kişilere söylediğini, bu kişilerinse,
böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini bunu üzerine ise
kendisinin daha ileri gidemediğini söylüyordu. Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Dr. Arar'ın söylediği türden birinin
******'ün çevresinde bulunabileceğine inanmanın kendisi için güç
olduğunu söylüyordu. 31 Temmuz 1938 günü Viyana'dan gelen Prof. Dr.
Eppinger ******'e çiğyemiş kürü uygulayarak bol bol kavun karpuz
yedirmiş, ertesi gün Almanya"dan getirilen Prof. Dr. Bergman'da
******'e rendelenmiş elma yedirtmiştir. Daha sonra da bu iki doktor bir
araya gelerek damar tıkanıklığını düşünerek ******'e Salygran
şırıngası uygulamaya karar vermişlerdir. Aynı gün yapılan konsültasyonda
bu Alman ve Paris'ten getirilen Prof. Dr. Fissinger ise yukarıdaki
doktorlardan farklı olarak afyon mürekkepleri ile şibih kalevilerin
(alkoloid) verilmesini uygun görüyordu .
Zehirlendiğini anlamıştı
******, Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu;
"Afet,
vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle
hastalık durmamış ilerlemiştir.. Hükümet benim reyimi almaya lüzum
görmeksizin Fissinger'i getirtti."
******'ü tedavi(!) eden
doktorlar:
Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof.Dr. Nihad Reşad
Belger ******"ü tedavi eden sürekli doktorlardı. Prof.Dr. Akil Muhtar
Özden, Prof.Dr. Süreyya Hidayet Sertel, Prof.Dr . Mim Kemal Öke(adı
sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir), Prof.Dr. Samuel
Abrevaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kamil Berk, Prof. Dr. Mustafa Hayrullah
Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim
olarak görev yapmışlardır. Sağlık Bakanı Dr. İ.Refik Saydam idi. Sağlık
Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi. Bunların dışında, Paris'ten
Prof.Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin"den Prof.Dr.Von Bergman,
Viyana"dan Prof.Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da ******"ün
tedavisinde görev almışlardır.
Şimdi size yukarıda bahsettiğimiz
Prof. Dr. Bergman ve Prof. Dr. Eppinger'ın ******'e verdikleri
Salyrgan adlı ilacın içeriğini kısaca anlatayım: Salyrgan (civalı
ilaç)"ın ******"ün tedavisinde "ajan tedavi ilacı" olarak kullanıldığı,
aslında Mustafa Kemal ******"ün bu ilaçla ağır ağır zehirlenerek
öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Öte yandan ******"ün daha evvel sıtma
geçirdiği bilinmesine rağmen karaciğer ve dalağı yıpratan Kinin ve
Atebrin gibi ilaçlar bol miktarda kullanılarak ölüm çabuklaştırılmıştır.
Sadece 1937 yılında İstanbul Eczanesi"nden ****** için 43 kutu kinin
ilacının alınmış olması buna iyi bir örnektir.
******'ün
tedavisi için doktor seçimini kim yapmıştır?
Purinol adlı ilaç
******'ün tedavisinde ne kadar kullanılmıştır? Bu ilacı imal eden Hakkı
Bey, (Ruhsat tarihinde soyadı kanunu daha çıkmamıştı.) Mustafa Hakkı
Nalçacı denen kimse midir?
Burun kanamalarından dolayı ******'ü
tedavi eden Dr. Naki Yıldırım yerine Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz
Uzmanı Prof. Dr. Meyer'e görev verilmesine neden ihtiyaç duyulmuştur?
1938
Şubat ayında doktorların gelmesini uygun bulmayan ******'e rağmen
Prof.Dr, Frank, Prof.Dr.Epinger hangi gerekçe ve kimlerin tavsiyesi ile
niçin getirilerek destursuz ******'ün vücudu onlara emanet edilmiştir?
Müsteşar
Dr. Arar'ın yaptığı ilk teşhisi bildirdiği ve kale almayan yetkililer
kimlerdi?
******'e kaşıntıların sebebini karınca ısırığı olarak
teşhis eden ve Çankaya Köşkü'ne ziyaretçi olarak 1937 sonlarında gelen
doktor kimdi?
Ölüm anında ******"ün ağzına su verdiği ölüm
raporunda belirtilen Dr.Kamil Berk ölüm raporunu niçin imzalamamıştır?
******,
Dr. Nihat Reşed Belger'e daha önce kendisini muayene eden Prof. Neşet
Ömer İrdelp'in koyduğu teşhisi kontrol ettirme ihtiyacı neden
hissetmiştir?
Dr. Fissenger'in yazdığı reçeteleri hangi eczacı
yapmıştır?Bu eczacı Mustafa HAKKI nalçacı mıydı?
Bahsi geçen yabancı
doktorlar getirilmeseydi Salyrgan şırıngasını Türk doktorlar uygularlar
mıydı?
Sürekli doktorların bilgisi dışında Paris'ten getirilen
ilaçların sorumluluğu kime aittir? (Paris'ten gelen ilacı bünye kabul
etmemiş, hasta daha da fenalaşmıştır. 24 Ağustos 1938″deki bu tedavi
işin dönüm noktasıdır. ******, o tedaviden sonra "tamamiyle başka
şahsiyet olmuştum. Çok tuhaf" diye Prof.Dr. İrdelp'e anlatıyor)
Paris"te
ilaç alınan 54 Reu Faubourrg Sainet Honere adresindeki firmanın
Dr.Fissenger ile olan bağlantıları nedir?
Özel Kalem Müdürü
göreviyle ******'e Köşk'ü karıncaların bastığına inandırmaya çalışan
Süreyya Anderiman kimdir?
******"ün ölümün üzerine düzenlenen
iki rapordan; ilkinde teşhis karında toplanan sıvı, asit olarak
belirtilirken, ikinci raporda alkolle ilişkili karaciğer iltihabı
denmesinin sebebi nedir?
******'ün tedavisi ile ilgili notları
olduğunu söyleyerek, bir gün hatıra yazacağını söyleyen Dr. Ömer İrdelp,
bahsettiği hatırayı niçin yazmamıştır?
******'e biopsi ve
otopsi yaptırmama kararını İçişleri Bakanı mason Şükrü Kaya mı
vermiştir?
******"ün sıhhı hayatına ilişkin bilgiler Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığı"nda nasıl kayıp olmuştur? ( Bakanlık 1976
yılında bilgi isteyen bir profesöre "tüm aramalara karşın
bulunamamıştır" cevabını vermişti)
1948 ve 1949 yılında Bulgar
yahudisi Framason Avam Benaroyas ve Yunan gazeteci Apostolos Grazos'un
Yunan gazetelerinde yer alan iddiaları üzerine
Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti herhangi bir araştırma ve girişimde bulunmuş mudur?
Yoksa, haberi dahi olmamış mıdır?
Durum bundan ibarettir!
Tarih 10 Kasım 1938. Tüm Türkiye, Büyük Türk Devleti'nin kurucusu,
Millet'in Atası Mustafa kemal',in ölüm haberi ile üzüntü içerisinde,
keder içerisinde!
Ama aynı kederi duymayan hainler, elbette ki
yaptıkları işten gurur duyarak, iğrenç emellerini büyüklerine
anlatmakta…
Büyük Millet Meclisi'nde ******'ün ölüm raporu
gündeme geldiğinde, 1935 yılında kapatılan ancak Meclis'ten tam olarak
arındırılamayan masonlar ortaya bir fikir atarlar:
"Efendim,
gençlerimize terbiye olur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım."
derler ve ortada doktor raporu varken ne hikmetse bu böyle kabul edilir.
Bunun arkasından Yeşilay icad edilir, bu olaylar da tarihteki yerini
böylece alır.
Şimdi size birkaç nokta sunacağım ve yazımızın
derinlerşmesi için sorgulamayı buradan başlatacağız;
1 Bir insanın alkole bağlı siroz olabilmesi için ortalama 15 yıl günde en az
2-3 kadeh alkol alması gerektiği bugün tıp dünyası tarafından
bildirilmektedir.
2 ******'ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç
içki içmediği, daha sonraki yıllarda ise aşırı içki içmediği
karşısındakilere içirdiği bilinmektedir.
3 ******'ün ölümünden
sonra düzenlenen birinci raporda ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit
toplanması olarak gösterilirken, ikinci raporda ise alkolle ilgili
karaciğer iltihabı neden olarak gösterilmektedir. Yani raporlar arasında
ciddi çelişkiler vardır.
4 ******'ün öldükten sonra otopsisi
ya da biyopsisi yapılmamıştır.
İşte bu noktalar akla "acaba
saklanan bir gerçek mi vardır?" sorusunu akla getiriyor. Buradan yola
çıkalım ve bu sır perdesini aralamaya çalışalım…
Ceyhan
Mumcu'nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül'e anlatımından;
"Bir
deniz tabip albayının ******'ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir
doktora tezi var. Orada ******'e yanlış tedavi uygulandığı
anlatılmaktadır. ****** sanıldığı gibi siroz hastası değildi. ******'e
sıtmatedavisi yapılmış, aşırı "Kinin" yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden
iflas etmiş, siroze dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası
üstadı azamlarından doktor Mim Kemal Öke'dir.
Durumu iyice
fenalaştıktan sonra yine bir mason olan Celal Bayar yurtdışından bir
doktor getirtir. Yanlış tedavi yağıldığını, karaciğerin bu yüzden iflas
ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur. İstirahat için 2 ay kadar
kaldığı Savarona'da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son
günlerinde Dolmabahçe Sarayı'na ben gayımürülmüştü."
Şimdi biraz daha
geriye dönelim. Yıl 1935. ******, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların
taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;
"Bunu
güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver,
gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet
et. Seninde bu işde büyük şeref payın olacaktır."
Böylece
Bozkurt, Paşa'nın istediği şekilde bir konuşma yaptı. Meclis'teki
masonları bir telaştır aldı.
Bunun üzerine Şükrü Kaya, Kazım Özalp,
Mahzar Germen Katib-i umumi Recep Pker'e yalvar yakar oldular.
Ertesi
hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi:
"Arkadaşlar;
bugünden itibaren Türkiye'de Masonluk kalmamıştır ve bütün localar
kapanmıştır."
Salon "KAHROLSUN YAHUDI USAKLARI!" sesleriyle
inliyordu. Grup dağıldıktan sonra masonlar, doktor Mim Kemal'i önüne
katarak ******'ün makamına çıkmışlar;
"Efendim biz zaten
maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz
pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" demişler. ******'te karşılık
olarak;
"Peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz
Avrupada hangi locaya bağlısınız ve metbuunuzun ismi nedir?" diye
sormuş.
"Biz Cenova'ya tabiiz ve reisimiz de Barca Mison
Cenaplarıdır." demişler. Bunun üzerine ****** çok öfkelenmiş;
"HAYDİ
DEFOLUN BURADAN, CEHENNEM OLUN GİDİN, YAHUDI UŞAKLARI! Benim milletim
bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çıfıt yahudiye uşak mı
olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı
kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye
hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan! " diyerek onları
kovmuştur!
Korkudan üç buçuk atan satılık masonlar durumu
İstanbul, İzmir ve Adana'ya bildirir ve sabah olmadan tüm localar
kapanır.
Mustafa kemal ******, yukarıda belirttiğimiz konuşmaya
ek olarak 10 Ekim 1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde doktor Mi,m
Kemal Öke'ye hitaben şunları da ekliyordu :
"Mason cemiyetinin
faaliyetini inkılaplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem
gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha
diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz" demişti…
Ancak İsmet Paşa'nın
cumhurbaşkanlığı sırasında kanun-u mahsusla localar kapanmadı diye
Masonların müracaatı üzerine tekrar localar açılıp faaliyete başladılar.
Ve
1952 de ise ******çü geçinen ve onunla iftihar eden CELAL BAYAR da,
Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların loacalarını kapatmak
istediği kanun teklifini red ederek bu suretle localarını kanunla
pekiştirdi .
Varnalı Bulgar Yahudisi 33 dereceli Farmason Avram
Benorayas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir
toplantı sırasında öğrendi ve şunları söyledi;
"Türkiye"deki
mason cemiyetinin Kemal ****** tarafından kapatılarak faaliyetinin
durdurulduğunu Moskova"da tarihi bir yerde yoldaşlar arasında yapılan
bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi
sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir halde, oradakilere şaşkınlık içinde
haykırdım :
"O sarı lider ortadan suret-i katiyetle
kaldırılacaktır!
Mefkuremize imha edici darbe vuranların akıbeti,
feci şartlar aştında ölümdür!…"
******"ün âni bir dönüşle mason
cemiyetini kapatması bizi pek derin bir düşünceye sevk etmişti. İlk
anlarda Kemal ******"ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük. Çünkü o,
felsefemizin Türkiye"de yerleşme imkânlarını ortadan kaldırmıştı. Ancak
doktorlarımız ******"ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden,
Kremlin'in istediği "esrarangiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm"
kararına uyduk. Mason biraderler cemiyetimiz kapatıldıktan sonra hiçbir
şey olmamış gibi O'nun her hareketi'ni alkışladılar. Zamanla O'nun
etrafında bir çember vücuda getirdiler ki; Sarı Lider, kendiliğinden bu
çemberin içine girip hayatını bize teslim etti. O zannetti ki; bütün
muhalif ve muarızlarını tasfiye ve bertaraf ettiği gibi masonları da
tasfiyeye tabi tutmaya muvaffak olacaktır. Fakat asla! Bu sebeple
kendisinin de ortadan kaldırılması son derece elzemdi."
Localarını
kapattığı için ******"ü "ortadan kaldırma" kararı alan mason-komünist
ittifakı silahla öldürme riskini başarı şansı yüzde 10"larda olduğu için
tercih etmez. O zaman şu kararı alırlar :
"Onun ölümü esrarengiz
olacaktır!"
Türkiye"nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa
Hakkı Nalçacı, acilen Kremlin"e davet edildi. Nalçacı Moskova"ya
korkarak gitti. Başına bir hal gelmesi halinde Kremlin"in Çankaya"ya
siyasi baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi.
Kremlin, Nalçacı"ya garanti verdi, verdiği teminatlarla onu rahatlattı.
Kremlin"den aldığı taahhütlerle korkusu geçen Nalçacı, işi ileri
ben gayımürerek ******"ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında
bir hükümet kurulmasını istediyse de, Kremlin "gerici Mareşal Çakmak"ın
tabancasına hedef olunacağı" itirazı ile Nalçacı"yı frenledi.
Varnalı
Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye"deki masonları
ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Kremlin yetkilileri ile
toplantıdayken, yapılan konuşmaları Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz,
ünlü Sovyet despotu Laurenti Beria ile birlikte yan odada ses alma
cihazıyla takip ediyorlardı .
Benorayas 1 Ağustos 1948 tarihli
Yunan Halkın Sesi (Laiki Foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı
gazeteci Apostolos Grazos da Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 15
Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda şu görüşleri dile getirdi;
"Filistin
Siyon kolonilerini meydana getirmek için "Osmanlı İmparatorluğu"nu
parçladık.Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı.
Bunları seri olarak tatbik etmek icap etdiyordu ki; Doktor Abrayava ve
Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar. 1937 ortalarında,
ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak ******"e
ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek suretiyle indirdi..
Böylelikle gösterdiği tedavi usülü ******'ün sinir organlarını felce
uğratt. ******'te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri,
istifralar, karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini gösterdi. Bazı
Avrupalı tıp dahileri, siroz mütehassısları, Sari Lider"in hastalığı
ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de;
Türkiye'deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve
selahiyetlerini cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider"in tedavisinde
vazife vermemekle bize pek ala ispat ettiler."
******'ün
hastalığı, konan teşhis ve uygulanan tedavi Varnalı Yahudi Farmason
Acram Benaroyas, ******"e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında
indirdiklerini söylerken, bundan birkaç ay sonra Aralık 1937″de
Yalova"da ******"ü resmen muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ilk
teşhisi "karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir" diyerek
koydu.
Oysa, Benaroyas'ın söylediği aylarda ****** kaşıntıdan
muzdaripti. Çankaya'da bir akşam doktorun biri kaşıntıların karınca
ısırması sonucu olduğunu söyledi. ******, ""Ben geceleri kaşınıyorum,
karınca yatak odama kadar girer mi?" diye sorunca, aynı doktor "evet"
cevabını verdi. Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların
varlığı söylentisi yayıldı. Hatta böyle karıncalardan bulunduğu tesbit
edildi. ******'ün İstanbul ve Yalova'da olduğu bir sırada
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman Sağlık Bakanlığı
Müsteşarı Dr. Asım Arar"a telefon ederek "Köşkü karıncalar bastı,
****** kaşıntıdan şikayetçi, bir çare bulun." dedi. Doktor ve diğer
sıhhı personelden oluşan 8 kişilik karınca arama ekibinin çalışmalarını
Dr. Nuri Refet Korur "evet kırmızı renkte küçük karıncalar gördük" diye
açıklamıştı. İlgili mütehassıslar da; bu tip karıncaların Çin'den
Avrupa'ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylemişlerdi. Karınca
hikayesini bilen ******, Dr. Velger"in karaciğerle ilgili teşhisini ve
kaşıntının sebebinin bu olduğunu duyunca şaşırmış, ama belli etmemişti.
******'ü
yavaş yavaş öldürme planı hızla işliyor, ******"ün hastalığının
teşhisi ile ilgili farklılıklar ******'ün ölüm raporlarına bile
yansıyordu. ******'ün fenni rapora geçen hastalığı "Alkole bağlı siroz"
olarak tanımlandı. Oysa aynı rapora imza atan doktorlardan Prof. Dr.
Neşet Ömer İrdelp, daha sonra "bunu kati olarak kestirmek mümkün değil"
diyerek "hipertrofik siroz" tanısına yöneliyordu. Yani alkole dayanmayan
(sıtma) siroz.
30 Temmuz 1938 Cumartesi günü Prof. Dr. Neşet
Ömer İrdelp, ******"ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün
sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu.
Dr.
Asım Arar ise, Dünya Gazetesi'ndeki mülakatında ******"ün hastalığı
ile ilgili olarak "karaciğer kifayetsizliği"nden şüphelendiğini bu
şüphesini "söylenmesi icap eden" kişilere söylediğini, bu kişilerinse,
böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini bunu üzerine ise
kendisinin daha ileri gidemediğini söylüyordu. Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Dr. Arar'ın söylediği türden birinin
******'ün çevresinde bulunabileceğine inanmanın kendisi için güç
olduğunu söylüyordu. 31 Temmuz 1938 günü Viyana'dan gelen Prof. Dr.
Eppinger ******'e çiğyemiş kürü uygulayarak bol bol kavun karpuz
yedirmiş, ertesi gün Almanya"dan getirilen Prof. Dr. Bergman'da
******'e rendelenmiş elma yedirtmiştir. Daha sonra da bu iki doktor bir
araya gelerek damar tıkanıklığını düşünerek ******'e Salygran
şırıngası uygulamaya karar vermişlerdir. Aynı gün yapılan konsültasyonda
bu Alman ve Paris'ten getirilen Prof. Dr. Fissinger ise yukarıdaki
doktorlardan farklı olarak afyon mürekkepleri ile şibih kalevilerin
(alkoloid) verilmesini uygun görüyordu .
Zehirlendiğini anlamıştı
******, Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu;
"Afet,
vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle
hastalık durmamış ilerlemiştir.. Hükümet benim reyimi almaya lüzum
görmeksizin Fissinger'i getirtti."
******'ü tedavi(!) eden
doktorlar:
Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof.Dr. Nihad Reşad
Belger ******"ü tedavi eden sürekli doktorlardı. Prof.Dr. Akil Muhtar
Özden, Prof.Dr. Süreyya Hidayet Sertel, Prof.Dr . Mim Kemal Öke(adı
sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir), Prof.Dr. Samuel
Abrevaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kamil Berk, Prof. Dr. Mustafa Hayrullah
Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim
olarak görev yapmışlardır. Sağlık Bakanı Dr. İ.Refik Saydam idi. Sağlık
Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi. Bunların dışında, Paris'ten
Prof.Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin"den Prof.Dr.Von Bergman,
Viyana"dan Prof.Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da ******"ün
tedavisinde görev almışlardır.
Şimdi size yukarıda bahsettiğimiz
Prof. Dr. Bergman ve Prof. Dr. Eppinger'ın ******'e verdikleri
Salyrgan adlı ilacın içeriğini kısaca anlatayım: Salyrgan (civalı
ilaç)"ın ******"ün tedavisinde "ajan tedavi ilacı" olarak kullanıldığı,
aslında Mustafa Kemal ******"ün bu ilaçla ağır ağır zehirlenerek
öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Öte yandan ******"ün daha evvel sıtma
geçirdiği bilinmesine rağmen karaciğer ve dalağı yıpratan Kinin ve
Atebrin gibi ilaçlar bol miktarda kullanılarak ölüm çabuklaştırılmıştır.
Sadece 1937 yılında İstanbul Eczanesi"nden ****** için 43 kutu kinin
ilacının alınmış olması buna iyi bir örnektir.
******'ün
tedavisi için doktor seçimini kim yapmıştır?
Purinol adlı ilaç
******'ün tedavisinde ne kadar kullanılmıştır? Bu ilacı imal eden Hakkı
Bey, (Ruhsat tarihinde soyadı kanunu daha çıkmamıştı.) Mustafa Hakkı
Nalçacı denen kimse midir?
Burun kanamalarından dolayı ******'ü
tedavi eden Dr. Naki Yıldırım yerine Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz
Uzmanı Prof. Dr. Meyer'e görev verilmesine neden ihtiyaç duyulmuştur?
1938
Şubat ayında doktorların gelmesini uygun bulmayan ******'e rağmen
Prof.Dr, Frank, Prof.Dr.Epinger hangi gerekçe ve kimlerin tavsiyesi ile
niçin getirilerek destursuz ******'ün vücudu onlara emanet edilmiştir?
Müsteşar
Dr. Arar'ın yaptığı ilk teşhisi bildirdiği ve kale almayan yetkililer
kimlerdi?
******'e kaşıntıların sebebini karınca ısırığı olarak
teşhis eden ve Çankaya Köşkü'ne ziyaretçi olarak 1937 sonlarında gelen
doktor kimdi?
Ölüm anında ******"ün ağzına su verdiği ölüm
raporunda belirtilen Dr.Kamil Berk ölüm raporunu niçin imzalamamıştır?
******,
Dr. Nihat Reşed Belger'e daha önce kendisini muayene eden Prof. Neşet
Ömer İrdelp'in koyduğu teşhisi kontrol ettirme ihtiyacı neden
hissetmiştir?
Dr. Fissenger'in yazdığı reçeteleri hangi eczacı
yapmıştır?Bu eczacı Mustafa HAKKI nalçacı mıydı?
Bahsi geçen yabancı
doktorlar getirilmeseydi Salyrgan şırıngasını Türk doktorlar uygularlar
mıydı?
Sürekli doktorların bilgisi dışında Paris'ten getirilen
ilaçların sorumluluğu kime aittir? (Paris'ten gelen ilacı bünye kabul
etmemiş, hasta daha da fenalaşmıştır. 24 Ağustos 1938″deki bu tedavi
işin dönüm noktasıdır. ******, o tedaviden sonra "tamamiyle başka
şahsiyet olmuştum. Çok tuhaf" diye Prof.Dr. İrdelp'e anlatıyor)
Paris"te
ilaç alınan 54 Reu Faubourrg Sainet Honere adresindeki firmanın
Dr.Fissenger ile olan bağlantıları nedir?
Özel Kalem Müdürü
göreviyle ******'e Köşk'ü karıncaların bastığına inandırmaya çalışan
Süreyya Anderiman kimdir?
******"ün ölümün üzerine düzenlenen
iki rapordan; ilkinde teşhis karında toplanan sıvı, asit olarak
belirtilirken, ikinci raporda alkolle ilişkili karaciğer iltihabı
denmesinin sebebi nedir?
******'ün tedavisi ile ilgili notları
olduğunu söyleyerek, bir gün hatıra yazacağını söyleyen Dr. Ömer İrdelp,
bahsettiği hatırayı niçin yazmamıştır?
******'e biopsi ve
otopsi yaptırmama kararını İçişleri Bakanı mason Şükrü Kaya mı
vermiştir?
******"ün sıhhı hayatına ilişkin bilgiler Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığı"nda nasıl kayıp olmuştur? ( Bakanlık 1976
yılında bilgi isteyen bir profesöre "tüm aramalara karşın
bulunamamıştır" cevabını vermişti)
1948 ve 1949 yılında Bulgar
yahudisi Framason Avam Benaroyas ve Yunan gazeteci Apostolos Grazos'un
Yunan gazetelerinde yer alan iddiaları üzerine
Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti herhangi bir araştırma ve girişimde bulunmuş mudur?
Yoksa, haberi dahi olmamış mıdır?
Durum bundan ibarettir!
ALINTI....